Xinhua
Yıllarca gönülsüz ve tam bir kaçak olduktan sonra Amerika Birleşik Devletleri (ABD), büyük bir tantanayla küresel iklim mücadelesine dönüyor ve başkomutan olma niyetini açıkça söylüyor.
Dünya, tarihteki en büyük toplam sera gazı yayıcısı ülkenin iklim taahhüdünü yenilenmesinden memnun ve ABD’nin yapıcı rol oynamasını sabırsızlıkla bekliyor. Ancak ABD’nin diğerlerini ciddi olduğu konusunda ikna edebilmeden önce kapaması gereken dört açığı bulunuyor.
Bunlardan ilki kararlılık açığıdır. Yakın tarih boyunca, tavır değişikliği ABD federal iklim politikasının ayırıcı özelliği haline gelmiştir. Eski ABD Başkanı Bill Clinton Kyoto Protokolü’nü imzaladı, halefi George W. Bush bu protokolden vazgeçti. Eski ABD Başkanı Barack Obama Amerika’yı Paris Anlaşması’na dâhil etti, halefi Donald Trump anlaşmadan çekildi. Şimdi ABD Başkanı Joe Biden iklim konusunda yeniden taahhüt verdi, ancak hiç kimse bu son taahhüdün gelecek seçimden daha uzun süre dayanıp dayanmayacağını bilmiyor.
İkincisi istek açığıdır. ABD herhangi bir ülkeye göre, atmosfere daha fazla gezegeni ısıtan sera gazlarını bıraktı, fakat birbirini takip edep ABD hükümetleri ülkelerinin iklim sorumluluğunu neredeyse hiç yerine getirmediler.
Biden yönetimi ciddi görünüyor, ancak ABD’nin emisyon azaltma iddiası -2030 yılına kadar 2005 seviyelerine göre yüzde 50-52 daha düşük- Britanya’nın gerisinde kalıyor. Dahası ABD Çin’inkine denk bir kararlılığa sahipse, 2007 yılında zirveye ulaşan emisyonlarını 2050 yılı yerine 2037 yılında sıfıra indirmesi gerekiyor.
ABD KÜRESEL İKLİM MÜCADELESİNDE ÖZEL BİR SORUMLULUK TAŞIYOR
Üçüncüsü ise yardım açığı. Toplam emisyonlar insan kaynaklı küresel ısınmadan kaynaklandığı için, günümüzde gelişmiş ülkeler özellikle ABD, tarihi sorumluluklarından ve uluslararası yükümlülüklerinden kaçınmak yerine finansal destek ve teknoloji transferi dâhil olmak üzere gelişmekte olan ülkelere yardım etmek amacıyla samimi ve önemli çabalarda bulunmalıdır. Ancak Washington yönetimi, gelişmekte olan ülkelere iklim değişikliğiyle mücadelede yardım etmek amacıyla kurulmuş bir finansal mekanizma olan Yeşil İklim Fonu’na 3 milyar dolar katkıda bulunma sözü verdikten altı yıl sonra sadece 1 milyar dolar tutarında destek verdi.
Sonuncusu ama en önemlisi, bir ahlaki açıklıktır. Washington’ın ahlakı hakkında konuşmak birçok kişiye ahmakça görünebilir, ancak herkes için varoluşsal bir tehdit olan iklim değişikliği, ABD’nin değerler sistemindeki daha iyi tarafları toplamak ve ülkeyi samimi bir eyleme geçirmek için yeterli olmalıdır.
Ne yazık ki, öyle görünmüyor. Bu konuda bile ABD’li siyasetçiler halen bir art niyete sahipler; ABD egemenliğini veya onların dediği gibi “iklim liderliğini” korumak. Onlar iklim değişikliğine, jeopolitik rekabet merceği yoluyla herkesin iş başında olduğu iş birliğini talep eden bir gezegen krizi gibi bakıyorlar. Bu küresel iklim tepkisine gömülü büyük bir bombadır.
İnsanlık tarihindeki en büyük karbon kirleticisi, dünyanın en büyük ekonomisi ve bugün dünyadaki tek süper güç olarak ABD, küresel iklim mücadelesinde gerçekten özel bir sorumluluk taşıyor. Basit bir şekilde, bütün insanlığın geleceğini ilgilendiren bir mücadelede, tekrarlanan bir kaçağın lider konumuna yeniden güvenilebilmesi için tantana ve boş sözlerden çok daha fazlasına ihtiyaç bulunuyor.