Türkiye’de yazılı basın ve televizyon tarihinin markalaşmış isimlerinden Mehmet Ali Birand’ın ölümünden bu yana sekiz yıl geçti. 17 Ocak 2013 günü 72 yaşındayken aramızdan ayrılan Birand, mesleğinin duayenlerinden biriydi ve gerek Türkiye’yi gerekse dünyayı öncelikle muhabir gözüyle izlemekten yorulmayan usta bir gazeteciydi. Sanıyorum medya camiamızda “dünyaya en çok açılanlar” listesinin de ilk sıralarında yer alıyordu.
2008 Ekim ayında, Beijing Olimpiyat Oyunları’nın üstünden birkaç ay geçmişken özel arkadaş grubuyla Çin’e giden ve izlenimlerini 7-8-9 Ekim günlerinde Milliyet gazetesinde yazı dizisiyle aktaran Mehmet Ali Birand’ın bu ülkeye dair notları, usta bir gazetecinin kaleminden çıkmış olması nedeniyle başlı başına ilginçlik taşımıştı. O günlerde hayli etki yaratan yazı dizisini 13 yıl önce okuduğumda, özellikle birkaç nokta dikkatimi çekmişti:
Birand ilk kez gittiği Çin’i, açıkçası pek de tahmin etmediğim ölçüde pozitif bir bakış açısıyla değerlendirmiş, neredeyse gördüğü her şeye fazlasıyla şaşırmış, etrafına büyük merakla ve öğrenme arzusuyla bakmıştı. Beijing, Shanghai ve Suzhou’da geçirdiği sürede zihnindeki ön yargı kalıplarının kırılışını samimiyetle kâğıda dökmüş, günümüzde de Çin’i hiç görmeden, hiçbir şey okumadan, hiçbir şey merak etmeden, araştırıp incelemeden ön yargılarıyla yazıp çizenlere, adeta “gazetecilik dersi” mirası bırakmıştı.
“BURASI ÇİN DEĞİL, BAŞKA BİR YER!”
Notlarına “Bayram tatilinde Çin’e gittim. Dünyanın her yerini dolaşmıştım, ancak yolum bir türlü buralara düşmemişti. Gözlerime inanamadım. Kafamdaki Çin’i aradım, onun yerine karşıma Miami-Los Angeles-Çin karışımı bir manzara çıktı” satırlarıyla başlayan Birand şöyle devam ediyordu:
“Çin’i gördüğümü iddia etmiyorum. Zira burası yaklaşık 1,5 milyar nüfusuyla zaten kendi başına bir kıta. Beijing, Shanghai, Suzhou’yu görmekle yetindik. Ancak gördüklerim beni o kadar şaşırttı, o kadar etkiledi ki. Uçak inişe geçtiği sırada beklentim, muazzam pirinç tarlaları ve küçük çapalarıyla çalışan Çinlilerdi. Beni Çin konusunda çok geride kalmakla suçlayabilirsiniz, ancak kafamdaki imaj böyleydi. Müthiş kalabalık caddeler, yüz binlerce bisiklet üzerinde dolaşan milyonlarla karşılaşmayı bekliyordum. İlk şoku, havaalanında yaşadım. Aman Allahım nedir o? Olimpiyatlar için yapılmış. Bunun kadar güzel, modern çizgilerle Çin motiflerini bir arada toplayan bir yapı görmedim.”
Şu satırlar da çok ilginç: “Beijing’e indikten sonra uzun zaman, kandırıldığımı sandım. ‘Burası Çin değil, başka bir yer’ diye homurdanıp durdum. Neden sonra Tiananmen Meydanı’na, oradan Yasak Şehir ve Çin Seddi’ne gittik. O zaman Çin’e geldiğimi kabul ettim.”
TEMİZ, MODERN, GÖRKEMLİ
Birand’ın şaşkınlığı Beijing’de de sürüyor: “Etrafımda neye baksam yeni. Otobüsler yeni, yollar yeni, taksiler yeni, binaların büyük bölümü yeni… Olimpiyatların açılış gecesindeki o müthiş gösteriyi izlediğim zaman Çin’den korkmuştum. İnanılmaz bir teknoloji ve bu teknolojiyi disiplinli biçimde kullanan bir toplum. Öylesine bir canlılık ve öylesine bir ekonomik gelişme sürecine girmişler ki 40-50 yıl sonra artık Washington’ın, Moskova’nın yanında Beijing’den de aynı oranda söz edeceğiz.”
Notlarının devamında bir ara “Belki aynı şeyleri tekrarlıyorum, fakat, öylesine etkilendim ki, kusuruma bakmayın” diyerek özür dileyen usta gazeteciden bir alıntı daha yapayım:
“Beijing’i sakın İstanbul ile karşılaştırma cehaletine düşeceğimi sanmayın. New York-Washington-Frankfurt gibi devlerle karşılaştıracağım ve bütün bu kentlerden; Çok daha temiz… Çok daha modern… Çok daha görkemli… Hiç abartmıyorum. Yollar pırıl pırıl ve sanki biraz önce temizlenmiş gibi. Koskoca kent dantel gibi işlenmiş.”
“KISKANDIM VE KENDİMİZE KIZDIM”
Çin gezisi boyunca, birbiriyle itişip kakışan, bağırıp ağlayan çocuk görmeyen, yere izmarit ya da değişik çöpler atan insanlara rastlamayan; Çin eğitim sisteminin, çocukluk döneminden başlayarak verilen disiplin ve öğretilen kibarlığın etkinde kalan Mehmet Ali Birand, “Buna boş yere Çin mucizesi denmemiş” gerçeğiyle özetliyordu tüm tanıklığını. Ve elbette ki üzülerek bir vurguda bulunuyordu: “Doğrusu kıskandım ve kendimize çok kızdım.”
Bugün okunduğunda da çoğu yerde insan Birand’ın yazdıkları karşısında “Bu kadar şaşıracak ne var?” diyerek şaşkınlık yaşayabilir, usta gazetecinin onca yıl boyunca Çin’in katettiği yoldan bihaber kalmasına hayret edebilir ama açık sözlülüğünü, “saflığını”, en önemli temiz ve samimi duygularını takdir etmemek mümkün değil.
Sekizinci ölüm yıl dönümünde Mehmet Ali Birand’ı, Çin yazı dizisiyle anmış olalım. Çin gibi bir ülke konusunda “geri kalmışlığını” açık yüreklilikle ve sevinçle dile getirmiş olan usta gazetecinin bu notları, dilerim dünyaya at gözlükleriyle bakmayı alışkanlık eden kimi “gazeteciler” için de bir şeyler öğrenme ve şaşkınlık sürecinin başlamasına vesile yaratır.